90’larda çocuk olmak, bugünün dijital dünyasında büyüyen çocuklara anlatmakta zorlanacağımız ama bir ömür hafızamızda taşıyacağımız eşsiz bir deneyimdi. Akıllı telefonların, tabletlerin ve YouTube’un olmadığı bir çağda, mutluluğun en sade haliyle yaşandığı günlerdi o yıllar.
90’lar çocukluğu demek, sabah erkenden dışarı çıkıp akşam ezanında eve dönmek demekti. Sek sek, yakan top, istop, misket ve saklambaç… Mahallenin her çocuğu aynı oyunlarda birleşirdi. En büyük anlaşmazlıklar taş-kağıt-makasla çözülür, gün boyu kirlenen ellerimiz gurur kaynağı olurdu.
90’larda televizyon izlemek ayrı bir keyifti. Haftasonları “Hugo”, “Heidi”, “Tsubasa”, “Taş Devri” gibi çizgi filmler için sabah erkenden uyanırdık. Akşamları “Bizimkiler”, “Süper Baba”, “Çiçek Taksi” gibi diziler ailecek izlenirdi. O zamanlar televizyon bir aile aktivitesiydi, şimdi ise herkesin elinde bir ekran var.
90’lar oyuncakları deyince akla Tetris, Gameboy, Furby, yo-yo, su tabancaları ve atariler gelir. Oyuncaklar bugünkü kadar teknolojik olmasa da mutlulukları çok daha gerçekti. Bazen bir çöp kutusundan yapılan futbol topu bile en büyük eğlencemiz olurdu.
Walkman ile kaset dinlemenin keyfi başkaydı. Barış Manço, Tarkan, Sezen Aksu, Grup Vitamin… Radyodan şarkı kaydetmek için saatlerce bekleyen çocuklardık biz. O müzikler hâlâ bir yerlerde çaldığında içimizde tatlı bir hüzün olur.
Mahalle bakkalından alınan leblebi tozu, meyve aromalı sakızlar, renkli buzlar, tazo’lu cipsler… 90’lar nostalji deyince, sadece müzik ya da oyuncak değil; o zamanlara ait tatlar da aklımızda kalıyor.
90’larda çocuk olmak, her şeyin daha saf, daha samimi ve daha gerçek olduğu bir dönemde büyümekti. Bugün o günleri özlemle anıyor, o döneme ait küçük şeyleri gördüğümüzde içimiz ısınıyor. Belki teknoloji gelişti ama bizler o eski sokakların çocukları olarak kalacağız.
Bir yanıt yazın